BİR ÇEŞİT HALÜSİNASYON: DOLAR!
Doların Türk lirası karşısındaki dönem dönem yükselişiyle ilgili sık duyduğumuz açıklamalardan bahsetmek istiyorum.
“Kur üzerinden bizimle savaşmaya çalışıyorlar”.
”Kredi Kuruluşlarının provakasyon amaçlı hareketleri bunlar”.
“Dolar istediği kadar yükselsin, onların doları varsa bizim de halkımız var”.
Peki gerçekten dolarsız yaşayabilir miyiz? Doların yükselmesi bir algı oyunu mu? Bir de nasıl yükseliyor bu dolar?
Trump yuvarlak masasına oturup;
''Şimdi Türkiyeyi doları yükselterek vuracağız. Yükseltin!'' Direktifleri ile mi? Türkiye; 1980 yılına dek ''İthal ikameci'' anlayışı güttü. Yani her ne pahasına olursa olsun ''Yerli üretim''
1- Özel sektörün ara mal gereksinimini gidermeye yönelik alanlarda kamu yatırımlarının yapılmasına ağırlık verildi.
2- İç piyasanın korunabilmesi amacıyla yurt içinde üretilen malların ithalatında kısıtlayıcı politikalar uygulandı.
3-Önemli altyapı yatırımları da devlet tarafından yürütüldü.
1980-2000 yılları arasında bir serbestleşme yaşadı.
Yani ‘Madem içeride verimli üretemiyoruz o zaman dışarıdan ithal edelim’ anlayışına geçiş yapıldı. Bu anlayışa geçilmesinde, içeri de ki üretimin teknoloji üretememesinin büyük payı var. Son yıllarda ise ‘Ne kadar cari açık o kadar büyüme’ modeliyle ekonomimizin maşallahı var. Ekonomi haberlerini biraz da olsa takip edenlerin kulağına aşina bir tabir vardır. "Ekonomik Denge''
Bu denge, iç ve dış ekonomik denge olarak ikiye ayrılır. Türkiye de iç ekonomik denge sürekli açık verdiği için, bu dış ekonomik denge açığına yol açar. Türkiye’nin en iyimser tahminle bu yıl 178 milyar dolar dış finansmana ihtiyacı var! Ek olarak Türkiye’de üretiyoruz dediğimiz ürünlerin bile çoğu hammaddesini dışardan alıyoruz. Yani ihraç ederken de ithal etmek zorundayız. Sonuç olarak cari açık veren diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’nin de sugötürmez bir biçimde ''Dolara ihtiyacı var''.
Dolayısıyla;
''Batı bizi kıskanıyor.''
''Bizi dolarla tehdit etmeye çalışıyorlar''
''Ekmeği dolarla mı alıyoruz'' vb. gibi söylemler, oldukça ütopik hayal gücünün ürünleri.
Nihayetinde başka ekonomik gerçeklere gelelim. Eskiden, doların altın karşılığı vardı, artık yok. Elinizde tuttuğunuz kağıt paranın bile artık bir değeri yok. Kağıt paranın bugün tek karşılığı devletlerin itibarıdır. İtibar ise güven ve istikrar ortamı ister.
Uluslararası Kredi Kuruluşları’nın Türkiye’nin notunu düşürüyor olmalarını önemsiz bir konu gibi gösteren medya kuruluşları dahi, yabancı yatırımcının güven ve istikrar ortamı üzerine inşaa edilen bir ticaret ortaklığı mantalitesi güttüğünü biliyor. Konuya politik yaklaşıyor!
Peki Türkiye ihtiyaç duyduğu doları nasıl yükseltebilir?
Kısa vadede, Merkez Bankası’nın “tam bağımsızlığını” sağlayarak, beklenti üstü bir faiz belirlemesi; sıcak para girişini sağlayıp iç piyasayı rahatlatırken, TL’nin değerlenmesine neden olacaktır. ''Bu hamlenin işe yaramadığı ve gelecek tarihler de ders olacak okutulacak bir dönemin içerisindeyiz!'' Benim tasarrufum, Türkiye’nin bir an önce “daha az cari açık daha çok iç üretim” modeliyle devam etmesi gerektiği yönünde.
Yazımı ünlü ekonomik tetikçi, John Perkins'in sözleri ile noktalandırmak istiyorum.
''Hedef ülkeye bir milyarlık kredi ayarlanır. Bununla havaalanları, yollar, köprüler, limanlar yapılır. Halkın hiçbir ihtiyacını görmeyecek bir yığın inşaat dikilir. Gidip yönetimlere rüşvet veririz. Onları büyük miktar kredi almaya ikna ederiz. Nasılsa bu paranın %90’ı Amerika’ya geri gelecektir.
Ülkeyi büyük bir borca sokarız. Bu borç durmadan büyür. O ülkenin milli bütçesinin yarısını bulur. Sağlık ve eğitime kuruş kalmaz. Tarım topraklar yok olur. ülkede küçük bir azınlık rüşvetlerle olağanüstü zenginleşir. Halk yokluk içinde debelenir.''
Gözlerinize indirilen perdeyi kaldırmanız dileğiyle...
Antonio Gramsci
https://twitter.com/BsGRAMSCI?s=20
Yorumlar
Yorum Gönder