Lübnan

        Lübnan'da olağanüstü durumlar oluyor. Gittiğim, yerinde gördüğüm ve hala da oradaki dostlarımla derinine incelediğim bir ülke olan Lübnan'daki duruma dair sizleri bilgilendireceğim. Evvela Lübnan etnik olarak böyle bir ülkedir.Etnik yapısı bundan da karışık. Sağdaki sade harita



        Lübnan'da patlamadan bu yana devam eden problemin dibinde İsrail yatmıyor. İsrail sadece bir aracı ve taşeron. Fransa da yatmıyor. Yatan, ABD. Sebebini açıklayacak ve hepsini, tüm dengeleri ortaya koyarak anlatacağım. Bundan evvel Lübnan nedir? Ne değildir kısaca geçelim derim.


 

            Birincisi, Lübnan bir Arap devleti değil, Lübnan, Hristiyan bir Arap devleti olarak dizayn edilmiş bir ülkedir. Ülkede etnik oranlar ne olursa olsun, Cumhurbaşkanı daima Hristiyan olmalıdır. Eskiden %50'lere yakın olan Hristiyanlar yeni dünyaya göçlerle artık 1/3'lerdedir.



            Bu ülke, Osmanlı'nın son dönemlerinde batılıların Osmanlı'nın içişlerine karışmak için kullandığı bahanelerdendi. Bu sebepten, Osmanlı bu bölgeye Hristiyan valiler atıyordu. Mesela Hristiyan Arnavut Vaso Paşa (Pashko Vasa) bunlardandı. Bunu içişlerimize karışılmaması için yaptık.


            Lübnan'ın coğrafyası analiz edildiğinde petrolü falan yoktur. Daha doğrusu arazide yok ama önündeki denizde var ayrı. Lakin Lübnan, tarih boyunca hep işgal edilmiş. Haçlılar bile buraya saldırmış. Dağlarda gemi yapımına uygun ağaçları yüzünden. Bayrağında da Sedir vardır.



        İşte bu haçlılar Lübnan'ı kaybettiğinde burada kalan, sakat kalan askerlerden türeyenler, günümüzdeki Maroni denilen Hristiyanları oluşturmuş. Bunlar, haçlıların yaşadığı ve şatolar kurduğu yüksek yerlerde yoğun şekilde yaşarlar. Zamanla arap Hristiyanlarla da karışmışlar.



        Ülkeyi idare eden her bir iktidarın veya milletin, kendi dininden tebasını hatıra bıraktığı Lübnan, Ortadoğu'nun Bosnası. Ülkedeki 2.önemli topluluksa Şiiler. 20-30 sene öncesine dek çok kötü şartlarda yaşayan, kadınları temizlikçi, erkekleri hamallık, amelelik yapan kişilerdi.




        Günün birinde İran'ın sihirli eli değdi ve İran, Yavru Vatanı olarak gördüğü Lübnan'a Şii halkını geliştirmek için hastaneler, vakıflar ve Üniversiteler kurdu. Şiilerin son 30 senedeki durumu, Hizbullah yani "Allahın partisi" adlı örgüt sayesinde bir anda değişti ve gelişti.




        Anaokulları, fabrikaları, Tv kanalları, işçi bulma kurumu ve hatta ordusu bile olan bu partinin başında Nasrallah bulunuyor. Sıkı şekilde örgütlenmiş olan Şiiler, Lübnan'da nüfusun %35-30 kadarını oluştursalar da Lübnan politikasında belirleyicilikleri %100'dür.


        Eğer Beyrut'un Şii kesimi olan güney mahallelerinde dolaşırken bir meydan veya köşebaşından 2. kez geçerseniz yanınıza hemen Hizbullah milisleri ya da Hizbullah'ın gizli polisleri yaklaşır ve sizi uzaklaştırırlar. Bu derece sıkı bir şekilde yaşam alanlarını korumaktadırlar.



        Tamamı değil ama büyük kısmı politize edilmiş bir halktır Lübnan şiileri. Örneğin Haifa Wehbe gibi sanatçı ve oyuncuları da vardır Şii arapların ama Lübnan şiileri dendiğinde Haifa değil, üniformaları ile geçit töreni yapan Şiiler akla gelir. Çünkü yaşantıya onlar hakimdir.




        Hizbullah'ı yaşatan şey, direniştir. Hizbullah'ın varlık sebebi de yaşadıkları 3. bölge olan Lübnan güneyindeki sahaların İsrail tarafından işgali idi. Nitekim 90'larda İsrail'i bölgeden tamamen püskürtüp bölgelerini kurtardılar. Bu sebepten Lübnan devleti Hizbullah'a dokunmaz.



        Lübnan ordusu dediğiniz şey 30 bin kişidir. Hizbullah'ın ordusu ise 35 bin kişi. Lübnan ordusunu ülkede göremezsiniz bile. Varla yok arasıdır. Ama Hizbullah, her yerdedir. Hiçbir şekilde organize olamayan Sünnilerin bölgelerinde bile Hizbullah'ın uyuyan hücreleri vardır.



        Covid-19 pandemi sürecinde Lübnan'daki hükumetin zaafına karşın bile Hizbullah, örgütlü organize ekiplerini bir yumuşak güç olarak kullanmış ve Lübnan halkının gözünde her fırsatta "sizin için varız" algısını oluşturmuştur. Hizbullah, gerçekten Lübnan politikasına hakimdir.



        Gelelim zurnanın zırt dediği yere. Hizbullah'ın roket kapasitesi ve kabiliyeti İsrail'in artık hemen her yerini vurabilecek kabiliyete ulaştı. Eskiden Kuzey İsrail'i vuran roketleri şimdi uzağa da gidiyor. Bu da ABD'yi endişelendiriyor. Üstelik İran milisleri girip çıkarken,


        Nitekim ABD, bir başka kaybeden aktörü yani Fransa'yı kullanarak git ve bölgene çeki düzen ver dedi. Geçtiğimiz günlerde Makron, Lübnan'a gitti ve Lübnan'daki eski adamı Mişel AUN'la biraraya geldi. Mişel Aun, Lübnan iç savaşında Fransa'ya kaçmış olan Hristiyan örgüt lideriydi.


        
        Ama 90'larda Fransız elçiliğine sığınarak kaçan Aun, artık çıkarının bittiği Fransa'yı çoktan satmış ve Suriye ve İran'la iyi geçinmektedir. Yani kısacası Fransa'ya kıçını göstermiştir. Makron da görüşmede hayli tehditkar bir dil kullandı ve deyimi yerinde ise krizi başlattı.



        1960'lara dek Afrika'nın neredeyse yarısına sahip olan Fransa, günümüzde Afrika'dan politik olarak kovulmuştur. Bu ülkelerin çoğuyla ticareti artık Çin'e kaymakta. Fransa'nın agresifliğini ABD burada kullandı ve Lübnan'da aktörsen göster demeye getirdi. Fransa da bu topa girdi.



        Macron'un Michel Aoun ve diğer üst düzey yetkilileri ile yaptığı görüşmede kullandığı tehditkar dil, Lübnan'ın zaten kritik olan durumunu daha da kötüye götüren bir dil oldu. Son 1 ayda Lübnan'da ABD doları, 1500'den 10.000'lere yükselmişti. Ülke ekonomisi feci derecede felçli.


        Bu noktada Makron, ülkeyi ekonomik olarak daha da bitirmeye yönelik birkaç tehditle geldi.
1- Türkiye ile Doğu Akdeniz'de herhangi bir MEB ortaklığı yapmaması konusunda tehdit ederken,
2- Hizbullah'ın artık defterinin dürülmesine dair LÜBNAN
tehdit edildi. Şimdi işler gerildi,


    Lübnan'da bu akşam başlayan olaylarda halk, birkaç önemsiz bakanlık binasına girerken 3 aktöre bakmamız gerekiyor. Bunlardan 1. HİZBULLAH. Hizbullah çıkmamışsa Lübnan karışmamış demektir. 2. Lübnan ordusu çıkmadı ve 3. Ortalık tam karışmadıkça silahlarını kuşanmayan Dürziler;
        

    Lübnan'da ekonomi freni patlamış bir araba gibi. Hastaneler doktorlarına aylarca maaş veremezken üniversitelerde de maaşların bir kısmı bazen yatmayabiliyor. Ülkede şu anda bir ekonomik ayaklanma süsü verilerekten karışıklık sağlanacak ve bu da ABD politikalarına yarayacak.


    1950'lerden 75'e dek Ortadoğu'nun en büyük hava ve deniz trafiğine sahip olan, bankaları ve kumarhaneleri ile büyük bir Finans hubu olan Lübnan, İsrail'in kenarda nal topluyor olması sebebiyle bitirilmiş ve harabeye çevrilmişti. Sonrasında tüm bu sektörleri İsrail kapmıştı.



        Ortadoğu'nun Monaco'su olan bu ülkede en pahalı otomobiller, en lüks oteller, bolluk içinde marketler, yüksek maaşlar ve son derece müreffeh bir halk yaşıyordu. Tıpkı Yugoslavya'daki gibi bu minik ülkenin de üzerine İsrail ekonomisini baltalıyor diye benzer oyunlar oynandı.




        Artık Lübnan'da geçmiş müreffeh günlerde yapılan şaşalı binalardaki kurşun izleri daha geçmeden bu kez aynı duvarlara insanların kanları yapışmakta. Hristiyan ve Müslümanların ortak huzuru, Batı dünyasının rahatı, petrol ve gaz çıkarları uğruna acımasızca tehdit edilmekte.



        İşte bu yüzden tam da zamanında bir hamle ile Makron'un tehditlerinin hemen sonrasında Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat OKTAY ve Dışişleri bakanımız, Mevlut Çavuşoğlu'nun Lübnan'ı aceleden ziyareti yaşandı. Akdeniz ve Ortadoğu şu anda dünyanın piminin çekileceği bir santranç tahtası. ABD tüm gücüyle Çin'e yöneldi artık,



    ABD'yi bir süre Ortadoğu ve Akdeniz'de etkin olarak göremeyeceğiz. Sadece arada bir buradayım diyecek. Çünkü şimdilerde ABD her şeyi ile,Çin ekonomisini bitirmek ve Çin'in yükselen askeri gücünü dengelemek için çekik gözlü düşmana kanalize oldu. Fransa ile uğraşmak bize kaldı.

    

        Çünkü burada, Dünya'nın doğusunda, kanıtlanmış gaz rezervleri devasa olan bir diğer saha var. Burası da Güney Çin denizi. Enerji her şey demekse gelecekte bu enerji sahasını Çin'e kaybetmek demek, Çin'in süper güç olması demektir. ABD ise Çin'i en çok burada durdurmak istiyor.
    
        

        Ne var ki ABD'nin gücü buna tam olarak yetmiyor. Rusya'ya Ortadoğu'da müsade edip Çin'e karşı doğu Asya'da desteğini alıyor. Bir diğer yandan da AB'nin Akdeniz'deki egemenliğine izin verirken Arap diktatörlüklerini destekliyor ve onları birleştirmek isteyenlere göz açtırmıyor.



        Türkiye ise bu denklemde hakkı olanı, diğer hak sahibi mazlum ülkelerle birlikte yüksek sesle dile getiriyor ve sahada çarpışıyor. Bölgede üsler kuruyor, uluslararası geçit yollarındaki boğazları tutuyor. Hamlelerden bazısı kar, bazısı zarar ama santranç her şeye rağmen devam ediyor.

        


        Yüksel HOŞ
https://twitter.com/jxlhs?s=20

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İmajımız Bozuluyor

Turna Kuşu`nun Tarihsel önemi